Türban tartışmaları ve genç komünistlerin tutumu
Referandum sürecinden başarıyla çıkan AKP hükümeti, bundan da güç alarak türban tartışmalarını başlattı. Ana muhalefetten de “çözüme” yönelik sinyaller alan hükümet, bu sorun karşısında pratik adımlar atmaya başladı.
Bir süre önce İstanbul Üniversitesi’nde derse türbanla giren bir öğrencinin öğretim görevlisi tarafından dersten çıkarılması ve YÖK’ün bu olay üzerine üniversite yönetimine gönderdiği yazı, tartışmaların yoğunlaşmasına yol açtı. YÖK bu yazısında, “hiçbir öğrencinin disiplin gerekçesiyle dersten çıkarılamayacağı, böylesi durumlarda öğretim görevlisinin yalnızca tutanak tutabileceği” buyruğunu veriyordu.
Türban üzerinden yaşanan tartışmalar, hem düzenin dini ve dinsel simgeleri kullanma amacını, hem de solun düzen içi tartışmalar karşısında yaşadığı kafa karışıklığını bir kez daha ortaya koydu. Bu nedenle bu soruna ilişkin tutumumuzu ortaya koymak bir ihtiyaç haline geldi.
Türban, masumane bir istekle takılan bir örtü değil, dinsel gericiliğin önemli bir simgesidir. Düzen içi kliklerin bu konuda yaşadığı kutuplaşma da buradan kaynaklanmaktadır. Bugün hükümet olan dinci parti, türban özgürlüğü üzerinden egemenliğini pekiştirmeye çalışırken, ulusalcı-kemalist kesim de dinci gericilik ile girdiği egemenlik savaşında bir mevzi daha kaybetmemeye çalışmaktadır.
Dinci gericilik tarafından sorun bir “özgürlük” meselesiymiş gibi gösterilmeye çalışılmakta, derslere türbanlarıyla giremeyen öğrencilerin eğitim hakkı hatırlatılarak mağduriyet edebiyatı yapılmaktadır. Ancak, “özgürlük”, “eğitim hakkının gaspedilmesi” gibi söylemleri diline pelesenk edenler, eşit, parasız, bilimsel ve anadilde eğitim için mücadele veren öğrenciler üzerinde soruşturma ve ceza terörü estirmektedirler.
Ulusalcı-kemalist kesim de laiklik adı altında türbanın üniversiteye girmesine karşı çıkıp, üniversiteler ve “bilim”in türban ve onu takip edecek yeni hamlelerle gericiliğin egemenliği altına gireceği yönlü tehlikeler konusunda uyarılarda bulunmaktadır. Ancak, üniversitelerdeki soruşturma ve ceza terörü karşısında ses çıkarmamakta, kamera ve parmak izi gibi uygulamalarla tüm öğrencilere potansiyel suçlu muamelesi yapılmasına karşı çıkmamakta, üniversitelerin tümüyle polis karakoluna çevrilmesine karşı sessiz kalmaktadır. Aynı ikiyüzlü tutumu onlar da sergilemektedir.
Türban tartışmaları üzerinden sol hareketin ufkunun düzen içi sınırlılığı da bir kez daha kendini göstermektedir. Kimi sol siyasal gençlik örgütleri, sorunu bir özgürlük meselesi olarak tartışmaya açmakta, “özgürlük” kavramını bireysel özgürlüklere indirgeyebilmektedir. “İnsanların istediğini giyinme özgürlüğü olduğu ve kimsenin bu özgürlüğünü kullanmasından dolayı eğitim hakkından mahrum edilemeyeceği” gerekçesiyle dinsel gericilikle mücadeleye uzak durulabilmekte, onun yedeğine düşülmektedir. Türbana karşı tutum ortaya koyan siyasal gençlik özneleri de, düzen içi çatışmada bir taraf olmanın dışına çıkamamaktadırlar.
Oysa, türban eksenli tartışmalar öğrenci gençlik saflarında yapay bir taraflaşma yaratmakta, dikkatler gerçek sorunlardan uzaklaştır”maktadır. Dolayısıyla, “türbana evet ya da hayır” diyerek, düzen içi tartışmada bir taraf olmak bizim sorunumuz değildir.
Türbanı “hoşgörüyle” karşılamadığımızı ise bir kez daha yineliyoruz. Zira bizim açımızdan sorun hiçbir biçimde “özgürlük sorunu“ değildir. Çünkü türbanın kendisi kadının köleliğinin en çarpıcı sembollerinden biridir. Fakat kafalardaki türbanı çekip almanın da ancak, kadınları türbana esir eden düzene ve dinsel gericiliğe temel oluşturan zemine karşı mücadelede mesafe almak ölçüsünde mümkün olduğunu biliyoruz.
Dinci gericiliğe ve onu üreten/kullanan devlete karşı mücadeleyi büyütmek, devrimci mücadeleyi güçlü bir seçenek haline getirmek üzere enerjimizi yoğunlaştıracağız. Düzene karşı mücadeleyi büyüterek hem ikiyüzlü burjuva politikacıların maskesini indireceğiz, hem de dinsel akımlar ve onun gençlik içerisindeki köklerini kurutmayı hedefleyeceğiz.
Genç komünistler
22.10.10
Faşistler bir öğrenciyi bıçakladı
Marmara Üniversitesi’nde faşistler 15 Ekim günü ilerici ve devrimci öğrencilere saldırdı. Nişantaşı’nda bulunan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi önünde yaşanan saldırıda Yunus Keleş isimli öğrenci ülkücü-faşistler tarafından bıçaklandı.
Vücudunun çeşitli yerlerinden yaralanan öğrenci, Amerikan Hastanesi’ne kaldırıldı. Saldırıyı duyan Yunus Keleş’in arkadaşları da hastane önüne gelerek olaya tepki gösterdi. Burada öğrencilerle polis arasında arbede yaşandı.
Saldırıyı gerçekleştiren faşistlerden gözaltına alınan olmazken, polis ilerici ve devrimci öğrencileri gözaltına aldı. Polisin tutumuna direnen öğrenciye yönelik sert tepki dikkat çekti. Öğrenciyi kelepçeleyerek yere yatıran polis, gözüne de biber gazı sıktı. Öğrenciler ”Arkadaşımızı bıçaklıyorlar, ama bizi gözaltına alıyorlar” diyerek tepkilerini dile getirdiler.
10 öğrenci gözaltına alınırken, Amerikan Hastanesi’nde ilk müdahalesi yapılan yaralı Yunus Keleş daha sonra Çapa Tıp Fakültesi’ne kaldırıldı.
Baro seçimlerini boykot çağrısı
Hukuk Bürosu Çalışanları Dayanışma Ağı, 7 Kasım 2010 tarihinde yapılacak İstanbul Barosu seçimlerini boykot etme çağrısında bulundu. İşçi avukatlar, yaşadıkları sorunlara karşı somut projeler üreten ve cepheden bir karşı duruş sergileyen herhangi bir grup/aday olmamasından kaynaklı seçimlerde oy kullanmayacaklarını basın ve kamuoyuna duyurdular. |